ayezhan oysa dinimiz ırkçılığı kesin olarak yasaklamıştır.
Tartışmışlardı. Bir tarafta Ebû Zer
el-Gıfârî, diğer tarafta Bilâl-i Habeşî…
İki kıymetli sahâbî birbirlerine karşı
ağır konuşmuşlardı. Ama anlaşmaz-
lıktan ziyade hakaretten dolayı kal-
bi kırılmıştı Bilâl-i Habeşî’nin. Bu öyle
bir hakaretti ki, Habeşli zenci bir köle
olan Bilâl’i annesinin renginden do-
layı aşağılıyor, “kara kadının oğlu!”
diyordu.
İlk Müslümanlardan olup müşrikle-
rin nice eziyetine göğüs geren bu fe-
dakâr insan, dayanamayarak olan-
ları Allah Resûlü’ne anlattı. Şaşırdı
Peygamberimiz, kızdı. Irkçılık câhili-
ye zihniyetinin bir parçasıydı. Oysa
İslam Peygamberi, insanların renk,
ırk, dil, cinsiyet ayrımı olmaksızın “bir
tarağın dişleri gibi” eşit olduklarını anlatmıştı.
Ebû Zer el-Gıfârî’yi çağırdı Peygam-
berimiz ve onu şöyle uyardı: “Ebû Zer!
Onu annesinden dolayı mı ayıpla-
dın?! Demek ki sen, kendisinde hâlâ
câhiliyeden izler bulunan bir kimse-
sin.”
Çok üzüldü Ebû Zer. Pişmanlık içinde
kavruldu. Bilâl’in kendisini affetmesi
için defalarca özür diledi. Kibrin, gu-
rurun, ayrımcılığın her zerresini ha-
yatından çıkardı. Aradan yıllar geç-
tikten sonra bile, hizmetçileriyle aynı
kumaştan dikilmiş mütevazı elbiseler
giyer, sebebini soranlara bu hadiseyi
anlatırdı (Buhârî, İman, 22).